-
サマリー
あらすじ・解説
Kırmızı kerpiç bir evde doğmuştum. Evimiz günden güne zamana yenik düşüp yerin yarım metre altına gömülmüştü. Sekiz yaşında çekilmiş siyah beyaz fotoğrafımda herkesin yüzünde yaşayacaklarından habersiz bir gülümseme vardı. Mahallenin kahvesi evimize çok yakındı. Sandalyemin ayağını yaptırmak için 4 saat yürüdüğüm günü düşününce, kahvede gündelik meseleleri konuşmak için beş dakika yürümek keyif veriyordu. Sabahları taze sütümüz gelirdi valide hanımın kaynattığı sütün kokusuna uyanır sonra saatin kaç olduğunu tahmin etmeye çalışırdım. Yenilerde türeyen bir iş kolu vardı. İnşaat yapıp insanlara satmakla ilgili. Hemen hemen her köy evinde tartışmalar yükselirdi sebebi belli olan tartışmalar. Baba ocağını satıp kat karşılığı almak...
İç sıkıntılarım bu yazın ortasında başladı. Artık huzurumuz kalmamıştı. Vitamin takviyesine başlamıştım. Kimsenin para kazanmak hırsı yokken birden bire herkes zengin olmanın peşine düşmüştü. Adeta bir yarış başlamıştı. Artık kahvede konuşamıyorduk. Sanki günden güne ruhumuzun zenginliklerinin silinip kaybolduğunu izliyorduk. Eskiden olan eskide kalmıştı. Sıkıntılarımla baş başa kalmıştım. Yeni çağ diyorlardı adına da. Ben nedense ayak uyduramamıştım. Vücudum tedaviye yanıt vermiyordu. Hani herkesin içinde olan o yetmişlerde yaşamak hayalinin ucundan tutmuştum. O beni çektikçe ben daha da gömülüyordum. Buhranlarım rüyaları, rüyalarım da hayalleri takip ediyordu.
Bir Nisan sabahı büyük bir çığlıkla uyandım. Dışarıdan gelen bir yardım çağrısı gibi. Hafif yağmur atıyordu. Kalktım hemen fırladım tabii. Meraklı gözlerle evin meydanına bakıyordum. Kimse yoktu. Kafamı kaşıyarak yürüdüm acaba çığlık benim içimde miydi? Bu çığlıkları üç güne bir duymaya başlamıştım. Mahallede bir market açılacaktı. Herkes çok heycanlıydı. Üstelik köyün ilk ihalesiyle. Artık sütü istediğimiz vakit hazır alacakmışız. Market açıldı, sütçü dayının işleri kesildi. Sütçü dayı başka köye taşınmıştı. Artık sabahları uyandığımda pişmiş süt kokusunun yerini yokluk almıştı.
Sabahları erken uyanıp yürüyüşe çıkıyordum. Bir sabah yürürken derenin kenarında oturmuş birini gördüm. Uzaktan tanımaya çalıştım ama yok, olmadı. Yanına giderken onun beni farketmediğini gördüm. Adeta dalmış, uzaklarda kaybolmuştu. 2 metre kadar yaklaşında birden düşmeye başladım. Düşerken dünyanın kabuğu kırılmış ve bir tünel açılmıştı.
Tünelden düşerken sanki her bir karesi çizilmiş ve arka arkaya oynatılıp film yapılmış gibi, tünelin yüzeyinde yaşanan son yıllar vardı. Eskiye özlemimiz neden hiç bitmez? Uyan artık. Alış artık. Toparlan. Aniden irkildim ve rüyamdan uyandım. Tam odanın ortasında bir kaktüs duruyordu. Acaba hala rüyadamıydım? Kaktüs dikenlerini dökmeye başladı. Ani bir sarsılmayla kendimi iç sıkıntılarımın başladığı yazın ortasında bir sandalyede yerdeki karıncaları izlerken buldum...